
Azamet Sahibi: El-Azim
Zatı ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu, pek azametli. "Azîm", izam, kökünden büyüklük manasında bir sıfat olup büyüklükte mübalağa ifade etmektedir. İzam, büyük, aziz, ulu, yüce ve kibriya manalarına gelmektedir.
Her türlü noksanlıklardan münezzeh olan azamet sahibi yüce Allah, mecid ve değeri çok yüksek sıfatlara layıktır. Sübhan Tealâ'nın büyüklük sıfat ve azametine akıllar erişemez, O'nun künhünü gözler kuşatamaz.
Bütün noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah'ın varlığı zorunludur.
Sübhanellahil-azim, her şeye gücü yeten sonsuz kudret sahibidir. O, öyle bir güç kudret sahibidir ki hiçbir şey onu aciz bırakamaz.
Yüce Allah, yaratılmış olanların sahip olacakları sıfatlardan münezzeh, her türlü sena ve övgüye layıktır.
"El-Azim" ismi Kur'ân-ı Kerim'de Allah’ımızın ismi olarak sadece altı defa zikredilmiştir. Bunlar: Bakara-255, Şûra-4, Vakıa-74-96, Hakka- 33-52.
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِؕ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظٖيمُ
“Göklerde ve yerde ne varsa hep O’nundur. O çok yücedir, çok uludur.” (Şûra, 4)
اِنَّهُ كَانَ لَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ الْعَظٖيمِۙ
“Çünkü o, ulu Allah’a iman etmezdi;” (Hakka, 33)
فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظٖيمِࣖ
"O halde, ulu Rabbi’nin adını yüceltip noksanlıklardan tenzih et." (Vakıa, 74;96, Hakka, 52)
Peygamberimiz, bu ayet indiği zaman, “Bu teşbihi secdenizde söyleyiniz” buyurmuşlardır. Bu emre binaen, namazların rükûunda üç defa “Subhane Rabbiyel Azim” denir. Peygamberimiz namazlarının ruukunda, “Ulu Rabbimi her türlü noksanlıklardan tenzih ederim” secdelerinde ise, “Ulu Rabbim her türlü noksanlıklardan tenzih ederim” Sübhane Rabbiyel Ala” şeklinde tesbihatta bulunmuştur.
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْحَيُّ الْقَيُّومُۚ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌؕ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِؕ مَنْ ذَا الَّذٖي يَشْفَعُ عِنْدَهُٓ اِلَّا بِاِذْنِهٖؕيَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْدٖيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْۚ وَلَا يُحٖيطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِهٖٓ اِلَّا بِمَا شَٓاءَۚ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَۚ وَلَا يَؤُ۫دُهُ حِفْظُهُمَاۚوَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظٖيمُ
“Allah, O’ndan başka tanrı yoktur; diridir, her şeyin varlığı O’na bağlı ve dayalıdır. Ne uykusu gelir ne de uyur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. O’nun izni olmadıkça katında hiçbir kimse şefaat edemez. Onların önlerinde ve arkalarında olanları O bilir. O’nun ilminden hiçbir şeyi -dilediği müstesna- kimse bilgisi içine sığdıramaz. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine almıştır. Onları korumak kendisine zor gelmez. O yücedir, mutlak büyüktür.” (Bakara, 255)
Allah Teâlâ büyüktür. Tazimi gerektiren bütün vasıf ve anlamlar O'na aittir. Hiçbir yaratık O'nu layık olduğu şekilde övemez ve O'na yapılması gereken övgüleri sayamaz. Bilakis O, kendisini nasıl övmüşse öyledir. Kulların övgülerinin üstündedir.
Abdullah ibn Abbas, Peygamberimizin (s.a.v.) bir sıkıntı esnasında şöyle dua ettiğini rivayet eder; “Halim ve Azim Allah’tan başka ilah yoktur. Ulu Arşın Rabbi, yerin Rabbi ve göklerin Rabbi Allahtan başka ilah yoktur.” (Nesai)
Peygamber (s.a.v) bir üzüntü anında şöyle derdi.
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظٖيمِ
"Allah ki, Ondan başka ilah yoktur. Büyük arşın sahibidir." (Neml, 26)
Peygamberimiz (s.a.v.):
"Kim bir hastanın huzuruna girer de hastanın eceli henüz gelmemişse (hastaya), yüce arşın sahibi, azamet sahibi Allah'tan sana şifa vermesini niyaz ediyorum" der de bunu yedi defa tekrarlarsa Allah'ın izniyle o kimse şifa bulur.”
Allah en yüce mesel sahibidir. Allah Resulü Muhammed (s.a.v.)'ın mü'minlere şu müjdesi kafidir:
"Her kim ilim öğrenir ve öğretirse, bununla göğün melekutunda "azim" diye çağırılır."
Biliniz ki Allah için sabit olan ta'zimin iki türlü anlamı vardır:
1. O, bütün kemal sıfatlarla muttasıftır. Bu sıfatların da en mükemmellerine, en büyüklerine ve en kapsamlılarına sahiptir. Herşeyi kuşatıcı ilim O'nundur. Geçerli ve nüfuz edici güç, kuvvet, azamet ve büyüklük O'na aittir. İbnu Abbas ve başkalarının da söylediği gibi; gökler ve yerin, Rahman'ın avucunda sanki bir hardal tanesinden daha küçük mesabede olması O'nun azametindendir.
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurur:
"Onlar Allah'ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. Kıyamet günü bütün yeryüzü O'nun avucundadır." (Zümer, 67)
"Şüphesiz Allah gökleri ve yeri, nizamları bozulmasın diye tutuyor. Eğer onların nizamı bir bozulursa kendisinden başka hiç kimse onları tutamaz." (Fatır, 41)
"...O yücedir, uludur. O'nun azametinden, yukarılarından neredeyse gökler çatlayacak..." (Şura, 5)
Rasûlullah'tan (s.a.v.) gelen sahih bir hadiste söyle buyurulur;
"Allah Teâlâ buyurur ki; kibriya benim ridamdır, azamet ise izârımdır. (Ridâ: Aba, cübbe veya gömlek gibi elbise; İzâr: Belden aşağıya giyilen elbise. Azamet ve kibriya Allah'a ait iki sıfat ki, sadece O'na mahsustur. Mahlukatın bu sıfatları alması caiz değildir. Bu iki sıfatın ridâ ve izâra benzetilmesinin sebebi şudur: Nasıl ki insan ridâsı ve izârını giyerken bir başkası, ona ortak olamazsa Allah Teâlâ da bu sıfatlarında ortaklığı asla kabul etmez.) Kim ki benimle bunlardan birisi için yarışıp, çekişirse ben onu azabımla cezalandırırım." (Müslüm, İbn Mace)
Büyüklük ve azamet Allah'a mahsustur. Bu iki safatın hakkını takdir etmek ve künhüne vakıf olmak mümkün değildir.
2. Yaratıklardan hiç kimse Allah'a yapılan ta'zim gibi bir ta'zime müstehak değildir. O'nun kullarının O'na kalpleriyle, dilleriyle ve bütün azalarıyla ta'zim göstermeleri gerekir, bu, O'nu tanımak ve sevmek hususunda bütün gücü sarfetmekle, O'na itaat etmek ve boyun eğmekle, O'ndan korkmakla, dil ile O'nu anmak ve bütün azalarıyla O'na olan şükrünü ve kulluğunu yerine getirmekle olur. O'na hakkıyla saygı göstermek, itaat edip karşı gelmemek, zikredip unutmamak, şükredip nankörlük etmemek de O'na ta'zimin gereklerindendir. O'nun hürmetli kıldığı ve meşrulaştırdığı zaman, mekan ve amellere saygı göstermek de Allah'a saygı göstermek demektir.
"Bu böyledir. Her kim Allah'ın nişanelerine hürmet gösterirse şüphesiz bu, kalplerin Allah'a karşı gelmekten sakınmasındandır." (Hac, 32)
"İşte böyle; her kim Allah'ın emir ve yasaklarına saygı gösterirse, bu, Rabbinin katında onun iyiliğinedir." Hac-30
O'nun yarattığı hiçbir şeye ve koyduğu hiçbir kurala itiraz edilmemesi O'na saygıdandır.
Azamet, büyüklük ma'nâsınadır. Hakikî büyüklük Allah'a mahsustur. Yerde, gökte, bütün varlık içinde mutlak ve ekmel büyüklük ancak O'nundur ve herşey O'nun büyüklüğüne şahittir. Bu sıfatta da Allah'a herhangi bir denk bulunması muhaldir. Çünkü her şey, her an ve her hususta, Allah'a ihtiyacını gösterip dururken büyüklük bahis mevzuu olur mu? İhtiyâç ile büyüklük birbirine zıt şeylerdir. Varlığımızı O'na borçlu olduğumuz gibi, kafamızda ve kasamızda ne varsa, onları da O'na borçluyuz. İhtiyaçlarımızın husulü O'nun lütuf ve keremine bağlı, maksatlarımızın meydana gelmesi O'nun irâdesine mütevakkıftır.
Mahlûkun büyüklüğü, yaratılmışlar, kendi aralarında içlerinden bâzıları hakkında "büyük" sözünü kullanırlar. Meselâ, zaferler kazanmış bir komutana büyük asker, bilgi şubelerinin herhangi birinde yepyeni mevzular açana büyük âlim, Süleymâniye camii gibi seyrânı bile insana hayranlık veren eserler kurana büyük mimar... derler. Kendilerine büyüklük ünvânı verilen bu zâtların büyüklüklerini isbat eden alâmet, şüphe yok ki, her birinin ortaya koyduğu eserdir. Bu eserlere ne kadar nüfuz edilirse, onların büyüklük dereceleri o kadar iyi anlaşılmış olur ve o nisbette de gönüllerde kendilerine karşı bir sevgi ve tazim hissi uyanır. Fakat bu eserlere nüfuz edebilmek de bilgiye bağlıdır.
Allâhu Teâlâ Büyükler Büyüğüdür, İyice düşünülünce tasdik edilir ki, büyük dediğimiz bu adamları bir damlacık sudan meydana getiren ve onlara büyüklük vasfını kazandıran, kudret ve kabiliyet bağışlıyan, büyükler büyüğü Allahu teâlâ, daha evvel sezilmek, sevgi ve saygının en yükseği ona tahsis edilmek iktizâ eder. Her göz attığımız noktada, Allah'ın yarattığı, bir değil, milyarlarca eser görüyoruz.
Bunlar Allahu teâlâ'nın emir ve takdiri ile durmadan işleyip duruyor. İnsan bunların ne ince ne acaip şeyler olduğunu öğrenmeğe kalkışsa, sonu acze varır dayanır, işte Allahu teâlâ'nın büyüklüğünü görmek ve öğrenmek isteyenler için bir çimen yaprağı, bir kitap kadar derin ve geniştir.
Küçük bir yaprağın yaradılışındaki esrara nüfuz edemiyeceğini anlayan bir insan, onu yeryüzünde henüz ismini, cismini öğrenemediğimiz milyarlarca çeşit nebatata, yüksek dağlara, engin denizlere ve o denizlerde yaşıyan hadsiz hesapsız acâip mahlûkâta ölçmeli de kâinatın yaradılışındaki hikmet ve esrârın zihinler yırtıcı heybeti karşısında Yaradan'a secdeye kapanmalı ve "Yâ Rabbe'l-âlemîn! Büyüksün, büyüksün. Büyüklük, ancak Sen'in şânındır. Bizi ancak sana kulluk edip, rızâna eren kullarına kat! Câhillerin, Sen'in şânına yaraşmıyan sözlerinden Sen'i tenzih ve takdis ederiz. Bizi onlarla beraber tutma" diye dâima lûtf ve merhametini istemelidir.
Gazzali; Şunu iyi bil ki: (Azim) kelimesi ilk vazedildiğinde, cisimlere itlâk edilip şöyle denilmiştir:
Bu cisim büyüktür. Şu cisim bundan daha büyük tür. Cisimlere göre tabii. Büyük olan cisme büyük, ondan daha büyüğü görüldüğünde onun hakkında daha büyük cisimdir, tabiri kullanılmıştır.
Sonra bu büyüklük; gözün çevreleyebileceği kadar olur, çevrelemeyeceği kadar olur. Yer, gök gibi.
Meselâ bir fil için (Fil büyüktür, bir dağ için de bu dağ büyüktür) deriz ve göz onun büyüklüğünü çevreleyebilir. Ama yer (dünya) büyüktür dediğimizde göz onu ihata edemez. Gök de öyle. Çünkü bunlar gözlerin göremeyeceği kadar büyüklüğe sahiptirler.
Sonra gözlerin görüp idrak ettiği şeyler de kısım kısımdır. Akılların künhünü (Hakikatini) idrak edebilecekleri vardır, idrak edemeyecekleri vardır.
İşte akılların künhünü idrak edemeyeceği, bütün büyüklerin ötesinde olan en büyük, ihatası imkânsız olan Mutlak Büyük Allah'tır.
*Esma’ül-Hüsna yazı serimiz Halime Hüsna Özüdoğru katkılarıyla hazırlanmaktadır.