
Çok Yüce Olan: El-Kebîr
Zatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu ve pek büyük. Kebir, “kebere” kökünden gelmektedir ve büyük anlamındadır. Kebir, büyük olan, kadri yüce olan demektir. Mütekebbir kelimesi de aynı kökten gelir, büyük ve büyüklenen demektir. Ekber ismi ise ismi tafdil olup, en büyük demektir. Ezanda, kamette, namazda, zikir ve tesbihatta çokça geçmektedir. En yüce, en ulu, en büyük demektir. Genellikle, el-Alî ve el-Mütealî isimleriyle bitişik kullanılmıştır.
Sübhanu'l-Kebîr, medhedenlerin methinin üstünde yücedir. Allah'ın büyüklüğünü hislerin müşahede etmesi, aklın idrak etmesi mümkün değildir. Hiçbir şeyle onu anlamak mümkün değildir.
Zât-ı ilâhiyyeye izâfe edilenlerden altısı kebîr, biri doksan dokuz isim içinde yer alan mütekebbir, biri “azamet, yücelik ve hükümranlık” anlamındaki kibriyâ kelimesidir. “Büyük, daha büyük, yegâne büyük” mânasına gelen ve muhtelif hadis rivayetlerinde Allah’a nisbet edilen ekber Kur’an’da Cenâb-ı Hakk’ın halk, rızâ, makt (gazab) gibi sıfatlarıyla bağlantılı olarak beş âyette yer alır.
El-Kebîr ismi, Kur'ân-ı azimde beş defa geçmektedir:
1. "O görüleni de görülmeyeni de bilir; çok büyüktür, yücedir." (Ra’d, 9)
2. "Böyledir. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O'nun dışındaki taptıkları ise batılın ta kendisidir. Gerçek şu ki Allah, evet O, uludur, büyüktür." (Hac, 62)
3. "Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir; Ondan başka taptıkları ise hiç şüphesiz bâtıldır. Gerçekten Allah çok yüce, çok uludur." (Lokman, 30)
4. "Rabbiniz ne buyurdu? derler. Onlar da: Hak olanı buyurdu, derler. O, yücedir, büyüktür." (Sebe, 23)
5. "Artık hüküm, yücelerin yücesi Allah'ındır." (Mü’min, 12)
Rabb Sübhânehu ve Teâlâ yücelik, büyüklük, azamet ve ululuk sıfatlarıyla nitelenmiştir. O, herşeyden büyüktür, herşeyden yücedir ve herşeyden uludur. Dostlarının kalbinde O'nun çok saygın ve yüce bir mevkii vardır. Onlar gönüllerini Allah'a saygı ve O'nu yüceltme duygusu ile doldurmuşlardır. O'na boyun eğmişler ve O'nun büyüklüğü karşısında hep tevazu göstermişlerdir.
İbn-i Abbas (r.a.)'dan rivayet edilen bir hadiste Resulullah (s.a.v.) her türlü acılardan ve humma gibi hastalıklardan kurtulmak için ashaba şöyle dua öğretmişti:
"Zat ve sıfatları anlaşılamayacak kadar ulu Allah'ın ismiyle, fışkıran kanın her türlü şerrinden ve cehennemin sıcağının şerrinden yüce Allah'a sığınırız."
Bu ismin, Kur'an'daki bütün kullanımlarında yücelik bildiren "el-Aliyy" ve "el-Müteâli" isimlerine bitişik olarak geçtiği görülür:
"Bu, Allah'ın hak olmasından ve O'ndan başka taptıkları şeylerin bâtıl olmasındandır. Doğrusu Allah yücedir, büyüktür." (Hac, 62)
"O, görüleni de görülmeyini de bilir, çok büyüktür, yücedir."
Göklerde ve yerde eşsiz tek büyük O'dur. Kâinatın büyüklüğü, elbette ki Yaradan'ın büyüklüğüne delâlet eder. Bulutsuz berrak bir gecede, başını gökyüzüne kaldıran ve orada sayısız yıldızların ışıldadıklarını gören aklı başında, iz'ânı yerinde bir insanın bu büyüklüğe hayran olmaması mümkün müdür? O parlayan yıldızların herbiri, bizim güneş gibi güneştir ve herbiri başlı başına bir âlemin merkezidir.
Allah’ın zâtî-tenzihî isimleri grubu içinde mütalaa edilen kebîr alî, azîm, celîl ve müteâlî isimleriyle anlam yakınlığı içinde bulunur.
İbn Arabi’ye göre dünyevi uhrevi üstün dereceleri elde etmek bu ismin tecellisine bağlıdır.
Gazali ise, kulun kemalinin aklı, takvası ve ilmi ile ölçülebileceğini söyler. Ona göre yücelik ifade eden bu ismin tecelligahı olan kişiler ilimiyle amil olan, etrafını da irşad eden, herkese örnek olan kişilerdir. Kimle otursalar onlara maddi-manevi faydaları olur der.
*Esma’ül-Hüsna yazı serimiz Halime Hüsna Özüdoğru katkılarıyla hazırlanmaktadır.